1914 Kuşağı ve Galatasaray Sergileri

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Faruk ŞERİFOĞLU

 

18. yüzyılın ikinci yarısı batılılaşma yolundaki Osmanlı sanatı açısından bir dönüm noktasıdır. Osmanlı topraklarında yabancı gezgin ve sanatçıların resim ve mimari alanında etkinlikleri sürerken III. Selim (1789-1807) dönemi ıslahatları arasında Batı tarzında eğitim yapan askeri okulların kurulması da kararlaştırılır. 1794 yılında eğitime başlayan Mühendishane-i Berîi Hümayu’nun müfredatına askeri amaçlı ilk resim dersleri konur; bu derslerde perspektif, ışık-gölge gibi kur allar üzerinde yoğunlaşılmıştır.  III. Selim’in başlattığı bu süreç II.

 Şişli Atölyesi, Veliaht Abdülmecit Efendi'nin ziyareti (8 Eylül 1917) 

Mahmud (1808-1839) devrinde de devam eder ve çağdaş anlamda eğitim veren  Harbiye, Tıbbiye, Bahriye gibi okullar açılır. II. Mahmud, devlet dairelerine kendi resimlerini astırtarak yeni bir geleneğin de başlatıcısı olur.

 

Bu okullarda eğitim gören ve resim yapmaya ilgi duymuş olan ilk isimler, çağdaş Türk resim sanatının öncüleri olurlar. “Asker ressamlar kuşağı” olarak adlandırılan bu dönemin sanatçıları arasında en etkin olanları Kolağası Hüsnü Yusuf Bey, Ferik Tevfik Paşa, Osman Nuri Paşa, Ferik İbrahim Paşa, Hüseyin Zekâi Paşa, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid Bey, Hoca Ali Rıza ve Halil Paşa’dır. Resimlerinde genel olarak peyzaj, natürmort gibi konulara ağırlık veren asker ressamlardan Şeker Ahmet Paşa, bu dönemin en öne çıkan ismi olur. İstanbul’da gerçek anlamda ilk resim sergisi de yine Şeker Ahmet Paşa’nın çabalarıyla 27 Nisan 1873 tarihinde açılır.

 

Etkinlikleri 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar süren “asker ressamlar kuşağı”nın çağdaş Türk resim sanatına bir başka önemli katkısı da, Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) fermanlarıyla ortaya çıkan bilim ve sanat alanındaki gelişmeler doğrultusunda müfredata alınan resim derslerini vermiş olmalarıdır.

 

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, ilk sanatçı birliği

 

Asker ressamların etkinliklerini sürdürdüğü yıllarda, aynı fırçadan çıkmış izlenimi veren manzara resimleriyle karşılaştığımız bir başka grup ressam daha vardır; Türk resim sanatı içinde “primitifler” olarak da adlandırılan bu grupta yine askeri ve sivil okullarda eğitim görmüş kişiler yer almaktadır. Necib, Kasımpaşalı Hilmi, Şefik, Salih Molla Aşkî, Şevki, Lofçalı Ahmed, Ahmet Ragıp, Giritli Hüseyin, Fahri Kaptan, Selâhattin, Cemal, İbrahim gibi isimlerin elinden çıkan bu resimlerde, Yıldız Sarayı, Yıldız Camii, Kâğıthane, Ihlamur Kasrı ve benzeri yapıların çeşitli görünümleri sıkça işlenen konulardır. Ortak manzara geleneğine dahil bu tabloların, halen İstanbul Üniversitesi Kitaplığı’nda bulunan Yıldız Fotoğraf Albümleri’ndeki fotoğraflardan yararlanılarak yapıldıkları tespit edilmiştir.

Cumhuriyet’in ilanından önce güzel sanatlar alanında yaşanan en önemli gelişme 3 Mart 1883 tarihinde Sanayi-i Nefise Mektebi’nin eğitime başlamasıdır. Askeri okullar dışında akademik anlamda ilk resim derslerinin verildiği bu okul, ressam, arkeolog ve aynı zamanda ilk Türk müzecisi olan Osman Hamdi Bey tarafından kurulur. Yaşamı boyunca İstanbul’daki sanat hareketlerinin yönlendiricisi olan Osman Hamdi Bey’in kendine özgü, sivil yaklaşımı 1910’da ölümüne kadar sürer. Tam da bu sıralarda, II. Meşrutiyet ilan edilmiş, iktidarı üstlenen İttihat ve Terakki yönetiminin getirdiği özgürlük ortamı sanatta da kendini hissettirmeye başlamıştır.

 

  M. Ruhi Bey 

1909 yılında büyük bölümü Sanayi-i Nefise Mektebi mezunu sanatçılarca kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ülkemizdeki ilk sanatçı birliği olur. Ressam Mehmed Ruhi Bey’in önerisi ve Veliahd Abdülmecid Efendi’nin himayesiyle, Sami Yetik, Şevket Dağ, Hikmet Onat, İbrahim Çallı, Agâh, Kâzım, Ahmed İzzet, Ahmed Ziya Akbulut ve Mesrur İzzet gibi bir grup genç sanatçının kurduğu Osmanlı Ressamlar Cemiyeti yarı resmi bir yapıya sahiptir. Bu gruba daha sonra Feyhaman Duran, Hüseyin Avni Lifij, Murtaza, Midhat Rebii, Tomas Efendi, Müfide Kadri, Rıfat gibi isimler de katılır.  

Türkiye’de resim sanatının yenilenen gelişme koşullarına önemli bir uyum sağladığı 19. yüzyılın son çeyreği, bu alandaki kurumlaşma çabalarını da içermektedir. Sanayi-i Nefise’de başlatılan klasik atölye

eğitiminin yanı sıra düzenli sergi organizasyonları da, resim sanatının nitelikleri yeniden belirlenen çağdaş bir meslek olgusuyla birleşmesini amaçlamaktadır. 19. yüzyıl boyunca Harbiye’de edinilen resim deneyimleri, tüm öğrenim kademelerinin öğretmen gereksinimlerini karşılayan bir ressam sınıfının oluşmasını mümkün kılmıştır. Galatasaray ve Darüşşafaka gibi sivil okullar, bu alandaki işlevlerini yoğunlaştırırlar ve resim sanatının daha yaygın bir toplumsal düzeyde benimsenmesine katkıda bulunurlar.

 

Sanatçıların İkinci Meşrutiyet’i izleyen dönemde, bir meslek birliğinin çevresinde birleşme süreci ve Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin doğuşu, resmin profesyonel bir yaşam tarzı olarak kavranmasının ilk aşamasını oluşturur. Türk resim sanatı tarihinin 20. yüzyıl başında etkinleşen çağdaşlık serüveni, bu cemiyetin bıraktığı büyük bir tarihsel belgeyle de varoluş nedenlerini kanıtlamaktadır. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi, 7 Kanunusani 1326 [20 Ocak 1911] – 1 Temmuz 1330 [14 Temmuz 1914] tarihleri arasında 18 sayı yayımlanır ve Türk resim sanatındaki yönelişlerin açıkça izlenebileceği bir kapsam ortaya koyar. Osman Hamdi Bey ve Hoca Ali Rıza ile ilgili iki özel sayı, özgün birer seçim olarak farklı eğilimler arasında bir denge arayışını gösterir. Mesul müdürlüğünü ressam Osman Asaf’ın üstlendiği gazetede yer alan yazılar, toplumda sanayi-i nefiseye, estetiğe ve özellikle resme ait duyarlılığın, bilincin gelişmesini sağlamak ve bu gelişimin karşısındaki güçlere karşı mücadele vermek şeklinde iki ana eksen etrafında yoğunlaşır.

 

Türk resminin dünyaya açılması

 

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin bir kaynak model olarak üzerinde durulması gerektiğini söyleyen Sezer Tansuğ’a göre, “Türk resminin çağdaş değişimleri içinde oluşan cemiyet ve birliklerin, Batı dünyasındaki akımlara ve üslup yeniliklerine paralel bir sanatsal atılım sorunundan çok, profesyonelleşme yolları aranan bir meslek olgusu çevresinde irdelenmeleri kanımızca daha yerinde bir davranıştır. Resim mesleğinde usta çırak ilişkilerine dayanan geleneksel lonca ve benzeri eski sistemler, ilk kez Osmanlı Ressamlar Cemiyeti bünyesinde yenilenmiş ve bu ilk birliği izleyen diğer ulusal kapsamlı birlikler, işlerinde sanatsal sorunların da tartışılıp çözümlenmeye çalışıldığı bir meslek olgusuyla eşdeğer kılınmıştır. Meslek birliği içinde birlik oluşturma sürecinin yüzyılın bu son çeyreğinde ilk kez uluslararası bir yöneliş ve kapsam kazandığını görüyor ve bu olguyu, giderek gelişen ve bir hayli profesyonelleşen piyasa hareketiyle bağlantılı gördüğümüz kadar, Türk resminin evrensel dünyaya açılma ve etkileşimini artırma yönündeki çabalarına da ilişkin buluyoruz…

 

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti de bu sürecin çağdaş bir başlangıç ve kaynak noktası olarak tarihsel önemini her gün yeni baştan kazanıyor. Türk resim sanatının çağdaş oluşumlara uyum mantığı ise tek tek sanatçı bireylerin özgün üslup arayışlarına bağlı olduğu kadar meslek birlikleri halinde organize olunan diğer koşullara da bağlanıyor. Meslek birliği sorunu şüphesiz sanatçı bireylerin profesyonel ortamda ayrı ayrı ve birbirinden bağımsız olarak şans aradıkları özel koşulların salt dayanışma işlevleriyle belirleniyor. Bu işlevlerin pekişmesi, sanat ortamının canlılığını sağlayan sürekli bir etkinlikler düzenine ve sanatçı bireyler arasındaki iletişimin verimliliğine yol açan periodik yayınlar ve benzerlerine borçlu olunuyor. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti 18 sayı yayınlanmış bir ‘mecmua’ ile somutlaştığı ve bu periodikten kesinkes ayrı düşünülemeyeceği de aynı gerçeğe işaret ediyor.”

 

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’nin ilk sayısında “Maksadımız” başlıklı imzasız yazıda, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kuruluş amacı “Memâlik-i Osmaniye’de ressamlığın terakkisi ve Osmanlı ressamlarının temin-i istikballeri esbâbının istikmali zemininde ittihadları...” şeklinde özetlenir. Gazetenin 17. sayısında yer alan Aziz Hidayi’nin “Bizde Resim” başlıklı yazısında Osmanlı ressamlarının talep ve beklentileri dile getirildikten sonra, Türk aydınının bugün de geçerliliğini koruyan, Batı karşısındaki tipik tavrı sergilenmektedir: “Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, Resim ve Heykeltıraşlık Akademisi’nin Osmanlılıktaki şeklidir. Şu hale göre gençliğe, hükümete ve hatta Meclis-i Mebusan’ımıza kadar ehemmiyet ve temâsı vardır. İtiraf etmeli ve itiraz edenler pek haklıdırlar ki bizde sanayi-i nefise namına memleketimizde öyle muayyen zamanlarda açılan bir  sergimiz olmadığı gibi neşredilen bir risalemiz de yoktur. Bu sebepledir ki Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’ni haiz olduğu ehemmiyetle telakki etmek, icabında resmen himaye

 Ayetullah Sümer, Siyahlı Kadın 

etmek lazım geldiği kanaatindeyim. Eğer her şey gibi sanat da bizde öteden beri himayeye mazhar olsaydı, bizim bugün iftihar edilecek bir meşhur nefaisimiz, birkaç sanatkâr-ı marufumuz olurdu. Avrupalıların elan taklid, tatbik ve tedris ettiği Türk ve Arap usûl-ü sanayii bizde himayesizlikten sönmüş murassa bir mâzi sanatımız olduğunu gösteriyor. Her gün bir güneş gibi bu vatanı tenvir ediyor, her gece elektrikler parlıyor. Fakat, ey genç, bu güneş uzakta olduktan, bu elektrikler ecnebi projektörlerinden intişar ettikten sonra neye yarar. Çalış, bizden doğan güneş Garb’a gitmesin.. Dinamolar senin bâzu-i zekâ ve sayinle dönsün. Derin bir tesirle bilâ-ihtiyar yazdığım şu satırlardan sonra düşündüm: Acaba futbol oyuncularına verilen ehemmiyet ve mükafatların bir parçası olsun bir gün ressamlarımıza verilecek mi? Acaba Nobel mükafatlarına mukabil bizde de erbab-ı sanata bir varaka-i takdiriyye verilmeyecek mi?..”

 

1916 ilkbaharı

 

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi, bu yazıdan sonra sadece bir sayı daha çıkar ve maddi imkânsızlık sebebiyle kapanır. Bu sırada, Sanayi-i Nefise Mektebi’nde eğitim görmüş ve bu okulun açtığı sınavı kazanarak veya kendi imkânlarıyla Paris’e resim öğrenimi için gitmiş bir grup genç sanatçı, I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte yurda dönmek zorunda kalır. İbrahim Çallı, M. Ruhi, İbrahim Feyhaman, Ahmet Hikmet, Sami, Namık İsmail ve Şevket Bey’den oluşan bu grubun dönüşü cemiyete yeni bir canlanma getirir. 1916 ilkbaharında Galatasaraylılar Yurdu’nda 49 sanatçının 190 eserle katıldığı görkemli bir sergi açılır. “Beyoğlu’nda Karlman Derun mağazaları yanındaki sokakta kâin Galatasaraylılar Yurdu”nda açılan sergiye, sonraki yıllarda da titizlikle sürdürüleceği gibi katılan sanatçıların ve yapıtlarının isimlerini içeren 12 sayfalık bir katalog da eşlik etmektedir. Bu sergiye katılan sanatçılar katalog sırasıyla şunlardır:

1- Cevat Bey,

2- Mösyö Renemax,

3- Matmazel Mari Bahar,

4- Sedat Simavi Bey,

5- Mehmed Said Bey,

6- Midhat Rebii Bey,

7- Mahmut Bey, 

8- Hüseyin Rıfat Bey,

9- Matmazel Mari Kıbrızlıyan,

10- Ressam Hüseyin Avni Bey Lifij,

11- Yüzbaşı Ressam Sami Bey,

12- Ressam Halil Paşa,

13- Ressam Muazzez Bey,

14- Kemaleddin Bey,

15- Muide Esad Hanım,

16- Robin Seropyan Efendi,

17- Namık İsmail Efendi,

18- Vahan Adamyan Efendi,

19- Matmazel Eleni İlyadis,

20- Mabeyn-i Hümayun Kitabesinden İzzet Bey,

21- Zekai Paşa,

22- Şeref Bey,

23- Halid Bey,

24- İsmail Hakkı Bey,

25- Müzdan Said Hanım,

26- İbrahim Bey Çallı,

27- Hikmet Bey,

28- Mösyö Arslanyan,

29- Ressam Ruhi Bey,

30- Arif Hikmet Bey,

31- Tahir Bey,

31- Nazmi Bey,

32- Haronyan Acemyan,

33- Adil Bey,

34- Dimitraki Trifidi Efendi,

35- Galib Efendi,

36- Tomas Efendi Baldazar,

37- Celile Hikmet Hanım,

38- Şevki Bey,

39- Harika Hanım,

40- Vecih Bey, 

41- İbrahim Feyhaman Bey,

42- Zare Kalfayan Efendi,

43- Ahmed Paşazade İzzet Bey,

44- Nazmi Ziya Bey,

45- Madmazel Hinkeni,

46- Madam Rafael,

47- Samson Efendi Arzuruni,

48- Ali Cemal Bey,

49- İzzet Ziya Bey.

Hikmet Onat, Cephede Mektup Okuyanlar, 1917

İlk iki sergi eski Societa Operaia binası olan Galatasaraylılar Yurdu’nda açıldıktan sonra, Galatasaray Mekteb-i Sultani (Lisesi) binasında okulun tatil olduğu temmuz-ağustos aylarında açılan sergiler, sanat tarihine Galatasaray Sergileri olarak geçecek ve 1951’e kadar aksamadan sürecektir. Galatasaray’da sadece 1918 yazında sergi açılmamıştır. 1917’de bu sanatçıların büyük bir kısmını, dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın isteği ile Viyana ve Berlin’de sergilenmek üzere savaş ve kahramanlık konulu resimler yaptırmak amacıyla Şişli’de açılan, sonradan “Şişli Atölyesi” olarak adlandırılan bir atölyede de çalışmışlardır. Bu atölyede üretilen resimler atölye dışında kalmış sanatçıların da katılımıyla, “Savaş Resimleri ve Diğerleri” adıyla 1917’nin son, 1918’in ilk günlerinde Galatasaray’da ardından da Viyana’da sergilenir. Serginin Berlin’e götürülmesi de planlanmıştır, ancak savaşın olumsuz yönde gelişmesi, ulaşım ve iletişimin kesilmesi üzerine bu sergi  gerçekleştirilemez. Hatta yapıtlar savaş süresince

Türkiye’ye getirilemez, savaşın bitimini takiben, Hikmet Onat ve Celal Esad Arseven’in çabalarıyla getirilen 142 yapıttan 56’sı, Maarif Vekâleti’yle önceden yapılmış olan sözleşme gereği olarak “milli müze” oluşturmak amacıyla ayrılmış ve bugünkü İstanbul Resim ve Heykel Müzesi koleksiyonunun temelini oluşturmuştur.

 

Duhuliye 20 kuruş

 

1914 Kuşağı veya Çallı Kuşağı olarak adlandırılan grubun ilk akla gelen isimleri arasında  İbrahim Çallı, H. Avni Lifij, Nazmi Ziya, Namık İsmail, İbrahim Feyhaman, Hikmet Onat, M. Ruhi, Sami Yetik, Ali Sami Boyar bulunmaktadır. Genel olarak figürlü kompozisyon ve portre alanında izlenimci tarzda eserler meydana getirdikleri gözlenen bu sanatçılar arasında Feyhaman Duran büyük ölçüde portre ressamlığına yönelmiştir. Cumhuriyet döneminde de etkinlikleri sürmüş olan bu sanatçılar, toplumsal konulu eserler yanında Atatürk ve devrimlere bağlılığı konu alan resimler yapmışlar, aralarında eğitimci yönleri bulunanlar, Cumhuriyet dönemi sanatçılarının yetişmesinde önemli rol üstlenmişlerdir.

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, 1921 yılında “Türk Ressamlar Cemiyeti”, 1926 yılında “Türk Sanayi-i Nefise Derneği”,  1927’de “Türk Sanayi-i Nefise Birliği”, 1929 yılında ise “Güzel Sanatlar Birliği” adını alarak etkinliğini sürdürür. Cumhuriyet’in ilan edildiği günlerde ilk “Ankara Sergisi”ni açan birlik, Galatasaray ve Ankara sergilerini uzun yıllar aksamadan sürdürür. Her yıl küçük bir kataloğun da

eşlik ettiği bu bu sergiler, küçük bir ücret karşılığında bilet alınarak gezilmektedir. İlk yıllarda 20 kuruş olarak belirlenen “duhuliye” adı verilen giriş ücreti, sonraki yıllarda 5 kuruşa kadar indirilir. Duhuliye ücreti uygulamasına Birlik İdare Heyeti, 1951 sergisinde son verir.

 

1951’de Galatasaray Lisesi, 35 yıldan beri süregelen bu etkinliğe son kez evsahipliği yapmıştır. 1952 yılında yapılması planlanan Galatasaray Sergisi, bütün hazırlıklar yapılmış olmasına rağmen, okul binasındaki tadilat gerekçesiyle yapılamaz. Beyoğlu’nda daha uygun bir sergi mekânı arayan Birlik, sözkonusu sergiyi ancak Kasım 1952 tarihinde Amerikan Haberler Merkezi’nde açabilir. Eski etkinliğini zaten yitirmiş olan sergiler “Güzel Sanatlar Birliği İstanbul Sergisi” olarak devam eder. Güzel Sanatlar Birliği Resim Derneği, daha sonraki yıllarda Fransız Kültür Merkezi ve Taksim Sanat Galerisi’nde açtığı bu sergileri halen sürdürmektedir.

 1920'lerde bir sergi hazırlığı 

Galatasaray Sergileri 1916 - 1951

Yapı Kredi Kâzım Taşkent Sanat Galerisi16 Mayıs - 14 Haziran 2003Açık olduğu saatler: Hafta içi: 10:00-19:00Cts. 10:00-18:00 / Pz. 13:00-18:00